27 Aralık 2012 Perşembe

Avrupa’nın Göbeğinde Müslüman Katliamı


Avrupa’nın Göbeğinde Müslüman Katliamı

Sırplar insanları fabrikalara doldurup kurşuna dizmediler. Onları asit dolu kazanlara atarak erittiler. O insanlardan geriye ne bir kemik parçası ne de bir saç teli kaldı. Hunharca katledilen bu insanların yakınları, onlara dair bir kemik bulduklarında, en azından asit kazanına atılmadıklarını anlayarak seviniyorlardı. Buradaki kadınlar tecavüze uğramış, çoluk çocuk demeden herkes yakılmış, işkence görmüştür. Gözlerini kan bürüyen çentikler(Sırplar) için bu kadarı bile yeterli gelmemiş olmalı ki; cesetleri toplu mezarlara gömdükten sonra, iş makineleri ile deşerek, kamyonlarla farklı bölgelere götürüp yeniden gömmüşlerdir. Öyle ki, kurulan kliniklerde, kimlik tespitinde bir kişiye ait kaval kemiği 7 ayrı mezarda bulunmuştur.
Yugoslavya’nın 1992 de iç savaşımından sonra, 16 Nisan 1993 yılında yapılan olağanüstü toplantının ardından, aralarında Srebrenitsa’nın da bulunduğu 6 bölge BM Güvenlik Konseyi tarafından güvenli bölge ilan edildi. Ve bu karardan sonra Srebrenitsa’ya Hollandalı bir birlik konuşlandırıldı. Bu birlik, Sırpların işlerini kolaylaştıracak tutarsız kararlar almakla gecikmedi. Bu kararlar içerisinde sözde ‘’Güvenli Bölge’’ tanımına dayanarak, Boşnakların ellerindeki silahların toplanması, kendilerine yapılacak herhangi bir saldırıya karşı koymakta engelleyici olmuştur. Halbuki 1993 yılında Srebrenitsa’ya  gelen Barış Koruma Misyonunun kendilerini kurtaracaklarına inanan birçok insan bu bölgeye yerleşmişti.

Hollandalı askerlerden sorumlu komutan Thom Karremans, bir gece yarısı, BM Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda, kendisine sığınan 25 bin mülteci ve şehri Sırplara teslim etti.

Şehri teslim alan Ratko Mladiç, komutasındaki 10 binden fazla çentikle, şehri işgal etmiş ve bir hafta süren bu katliamın ilk gecesinde büyük bir kıyım gerçekleştirmiştir. Ve bu kıyım tamamen soylarını kazımaya yönelik bir saldırı olarak tarihe geçmiştir. Soykırımdan 15 yıl sonra bile yaşlılardan başka Boşnak kalmamış, hayatta kalanlar farklı yerlere dağıtılmıştır. Geri dönmek isteyenlere ise hala oranın güvenli olmadığı söylenmiş, burayı o hale getiren vahşilerin çoğu ise hiçbir şey olmamış gibi burada hayatlarına devam etmişlerdir.

Bir hafta süren katliam, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı. Avrupa’nın göbeğindeki bu Müslüman soykırımı, dünya tarafından ise sadece seyredilmiştir.

Gerek Sbrenitsa, gerek Kızılderili , gerek Cezayir , Hocalı,  şuan Sureyi’de ,Arakanda olanlar ve daha niceleri insanın insana yaptığı büyük utançlar. Olanlar aynı, sözde gerekçeler farklı.

Yazımı Aliya İzzetbegoviç’in sözleriyle sonlandırmak istiyorum.

‘’… Düşmanlarımız sadece tek bir ırk tanıyorlar; kendi ırkları, tek bir din tanıyorlar; kendi dinleri, tek bir siyasi parti tanıyorlar; kendi partileri. Kendilerinden olmayan ne varsa onlar açısından yok edilmeye mahkumdur…’’   

22 Aralık 2012 Cumartesi

Son Apaçi Savaşçıcı Geronimo


Son Apaçi Savaşçıcı Geronimo

Soluk benizlilerin Kızılderililere yaptığı soykırımı duymayan yoktur. Sırf soy farklılığından dolayı Kızılderilileri hunharca katletmişlerdir.

Ama hala nedense Kızılderili deyince akıllara vahşi, yamyam insanlar gelmektedir.

Buna en büyük örnek ise iki sene önce Barrack Obama’dan geldi. Koskoca Amerika’dan tüm dünyaya seslenip Bin Ladin operasyonuna ‘Geronimo Operasyonu’ dedi!

Allahtan evde her pazar sabahı kahvaltıda izlediğiz Trt1’de ki western filmlerinden bir gün Geronimo’yla ilgili bir filme denk gelip izlemiştim.

Bu olaydan sonra okuduğum en güzel kitaplardan biri olan Forrest Carter’in Dağlardan Sorun Beni adlı kitabının da yardımıyla şok olma sebebimi ve Geronimo’yu kısaca tanıtayım.

Geronimo Apaçi Kızılderililerinin en savaşçı en saygı duyulan “Çiriçahu’’ kolundandır. Bereketli toprakları Kızılderililerden arındırma fikri var olagelmiş ve akıllarından çıkmamış Amerikalılara isyan etmiş, Kızılderili köylerini basan ‘beyazlar’ a pusular kurup, onları gafil avlamıştır.

Öyle ki bir ihbar sonucu saklandığı yeri öğrenen Meksika hükümeti, onu yakalamak için 500 iz takipçisi ve 3000 asker göstermiş. Ancak en iyi saklanma becerilerine sahip Geronimo’nun izine bile rastlamamışlardır. Beyazlarla hiç kavga etmemiş barışçıl kabilelerin bile köyleri basılıp, vahşi kıyımlar gerçekleşince Geronimo 1870’te hükümetle anlaşıp teslim olmuştur.

Ancak kamplara toplanan insanların açlıktan ve hastalıktan ölmelerine dayanamayıp isyan çıkarıp kaçmıştır.

1858 de annesi, karısı ve üç çocuğu sebepsiz yere öldüren hükümetle anlaşmaya razı olmuş. Ama halkının göz göre göre kırılmasını içine sindirememişti. Kaçarken yanında 35 savaşçı ve 109 kadın, çocuk ve genç vardı. Amerikan hükümeti Geronimo’nun peşine 5000 kişilik bir tümen takmıştı. Arizona Dağlarına sığınan Geronimo ve beraberindekilerin izine bile rastlayamadılar.

Amerikan hükümeti sırf Geronimo’yu yakalamak için 5000 askerini seferber etmiştir. Geronimo tekrardan 1894 yılında kamplarda tutulan Kızılderililerin kendisi yüzünden eziyet edildiğini duyunca Beyaz Sarayla konuşup, silahını bırakıp teslim olmuştur.

Yeniden 1909 da Oklahoma da öleceği kampa kapatıldığında yanında sadece 16 savaşçı, 12 kadın, 6 çocuk kaldı. 17 şubat günü öldü ve hemen gömüldü.

Böyle şerefli bir savaşçının özellikle SİYAHİ devlet başkanı Obama’dan duymak beni o zaman çok şaşırttı.

21 Aralık 2012 Cuma


Bulgurunan tarhana

     
      Geçenlerde işsizlik sigortasıyla ilgili bişeyler okurken aklıma eskiden yaşadığım bir olay geldi. Daha ben 12 yaşındayken babam bir gün pek belli etmemeye çalışsa da morali bozuk eve geldi. İşten çıkarılmış. Bende aksilik o ya Reşat Nuri Güntekin’in ölümsüz eseri gayet ağır bi dili olan sürekli en arkadaki sözlükten kelimelerin anlamına baka baka Yaprak Dökümü’nü okuyorum. Ali Rıza Bey’in işten çıkışı ve ailenin yavaş yavaş parçalandığını okuduğum sıralarda ben de babamın işten çıktığını duydum. Allahtan kitabın 5 sezonluk dizisi daha çekilmemişti o zamanlar. Yoksa psikolojimi Harvard’dan diplomalı psikologlar gelse düzeltemezdi.
      Yine aynı gün içerisinde televizyonda müzik kanallarında birkaç kez  Selda Bağcan’ın söylediği bende çok özel yeri olan ‘Bulgurunan tarhana fakirlik bizden yana ..’  diye sözleri olan türkü çıktı. Müzik gayet hareketli klipte halay falan çekiliyor ama şarkının sözleri günlerce aklımdan çıkmadı.

      Ali Rıza Beyin işten çıkması ailenin parçalanması aynı zamandan benimde babamın işten çıkmasından sonra evde akşam yemeğinde bulgur pilavıyla tarhana çorbası vardı. O zamanlar evdekilere belli etmemiştim ama yaşım küçük olmasına rağmen babamın tekrar iş bulup bulamayacağını, iş bulana kadar ne yapacağımızı  günlerce hatta aylarca düşündüm. Aylarca diyorum çünkü babamın iş bulması 6-7 ay sürdü. Neyse ki iktisadi güvenliğin vasıtalarından olan kıdem tazminatıyla ve ülkemizde de uygulanan işsizlik ödenekleriyle bu durumu atlattık.

      Başımızdan geçen bu olaydan sonra emeklilik yaşının tartışıldığı bu günlerde devlete büyük yük yüklese de erken emekliliği savunanlardanım. Batıyla kıyaslama yapılıyor insanların en verimli olduğu hiçbir tehlikenin olmadığı erkeklerde 43 kadınlarda 38 yaşında emekliliğin yanlış olduğu söyleniyor.

      Babam da işsizken aylarca iş aradı. İşe girdiği ertesi günü emekliliğime ne kadar kaldı diye saymaya başladı. Batıda böyle bir şey yok. Bizdeki bu davranışı doğal karşılıyorum. Çünkü babamın kendi emeğinin karşılığı olan (ne kadar adaletli olduğu tartışılır) ücretten başka bir geliri yok. İşsizlik riskiyle, işten tekrar çıkartılırsam eve ne yemek götüreceğim, tekrar iş bulabilecek miyim sorularıyla, stresiyle yaşamak oldukça zor. Emeklilik yaşı arttırılıyor ama 13-14 yaşından beri çalışanların beden yorgunluğu dikkate alınmıyor. Batıda olduğu gibi bedenen daha fazla yorulduğu işten diğer işe kaydırma uygulanmıyor.

       Bizdeki sorun yabancılardan alıp direk uyguluyoruz sistemleri. Hizmet içi eğitimlere önem vermeden, kültürümüze,  geleneğimize uyup uymadığını değerlendirmeden.

      Oysa ne güzel geleneksel sistemlerimiz var bizim zekat, fitre gibi bunun üzerinden sosyal güvenlik inşa edemez miyiz?